Güne seninle uyanıyorum ben. Beraber doğruluyoruz gıcırdayan yatağımızdan. Yüzümüzü birlikte yıkıyoruz. İnce parmakların okşuyor tenimi. Birlikte duş alıyoruz. Sonra her sabah olduğu gibi kahvaltımızı yapıyoruz birbirimizin gözlerinin içine bakarak. Orada aşkı görüyoruz. Ölülerin şahit olamayacağı bir cennet vaat ediyor bize büyüyen gözbebeklerin. Bahçeye çıkıyor yirmi dördüncü yaş günümde aldığın begonyaları suluyoruz. Her damlada daha bir coşuyor, çırpınışlarla kendini göstermeye çalışıyor çiçek. Beraber gülüyoruz onun bu yaptıklarına. Her sabah kapımızdan geçen çocuk gazetelerimizi getiriyor yine. Ben gazete okumayı değil de gazete okuyan seni seviyorum aslında. Kırıştırmamaya çalışan, uğraştıkça buruşturup daha da çatılan kaşlarını seviyorum. Sıcak kâğıt kokusuna karışan teninin kokusunu seviyorum. Hiç sevmediğin halde masayı toplamama yardım etmeye girişiyorsun yine. ‘Sen otur ben yaparım’ diyorum. Zevk alıyorum seni mutlu etmekten, mutlu görmekten. Televizyonun karşısındaki koltuğa uzanıyorsun. Mutfağa gidip gelirken kaçamak buseler konduruyorum yanaklarına. Bir kırmızılık yayılıyor yüzüne ben böyle davrandığımda. İşlerimi bitirip dizlerine başımı koyuyorum. Saçlarımı okşuyorsun. Orada öylece uyuya kalmak istiyorum. Bir anne kokusu birde âşık olduğu adamın dokunuşları böyle mutluluk verir kadına. ‘Sonsuza dek saçlarıma dokunabilirsin, burada kalabilirim hep seninle olabilirim’ diyorum. Uçsuz bir huzur kaplıyor benliğimi. Tatlı bir esinti oluyor. Bahar aylarındayız. Bir kelebek kendini evimizin içine atıyor. Onu dışarı çıkarmaya çalışıyorsun. Yakalasan öldüreceksin. Dokunmasan bir
günlük ömrünü dört duvar arasında geçirecek. 'Ha bir gün ha kırk yıl' diyorum sana. Bizde ömrümüzü şu dört duvar arasında geçirmedik mi? Kelebeği kendi haline bırakıyorsun. Birkaç dakika sonra açık pencereden uçup gidiyor. Hayatımıza girdiği gibi çıkmasını da biliyor. Özgürlüğüne kavuştu diyoruz. Mutfağa gidip çay demliyorum. Karşılıklı içiyoruz. Karşı evden komşular geliyor misafirliğe beraber oturup sohbetler ediyoruz. Akşamın bir karanlığı oluyor yine. Gün ışığı sönmüş ama senin yüzün hep aydınlık. ‘Benim güneşim sensin’ diyorum gözlerinin içine bakarak. Muzip gülümsemen beliriyor yüzünde ‘öyle mi küçük hanım’ diyorsun. Kafamı salladıktan sonra dudaklarımı dudaklarına bastırıyorum. Öyle yumuşak öpüyorum ki incinmenden korkuyorum ve sen benim canımı öyle yakıyorsun ki belli etmemeye çalışıyorum. Orada öylece uyuya kalıyorum. Sabah bir buket gül burnuma dokunuyor. Alnımı öpüyorsun. ‘Hadi kalk uykucu.’ Tatlı bir gülümsemeyle doğruluyorum ve her sabah olduğu gibi duşa giriyoruz. Begonyaları suluyoruz, gazeteni okurken yine seni izliyorum, sen televizyon izlerken dizine yatıyorum, komşuları ağırlıyoruz ve uyuyoruz. Her gün aynı şeyleri yapmaktan bıkmıyoruz. Hayatın monotonluğu bizi içine alıp boğmuyor. Benim hayattan dilediğim tek şey gerçek oluyor. Ben seni diliyorum. Uzun uzun seni izlemek bile yetiyor bana. Seninde beni sevdiğini bilmek paha biçilemez. Yanındayken bile özlersin ya birini, dokunmaya kıyamazsın öyle hissediyorum sana bakınca. Kırılacak bir şeymişsin gibi, avuçlarımın arasından uçup gidecekmişsin gibi geliyor. O kelebek gibi camdan kaçarsın diye korkuyorum. Benim olduğunu bilmek, beni sevdiğini bilmek yetmiyor bana. Sana yakıştıramıyorum kendimi. Güneşini gölgeliyormuşum gibi geliyor. Utanıyorum bedenimden ve istemiyorum onu. O olmasa sana dokunamayacağım aklıma geliyor birden. Bir korku bedenimi allak bullak ediyor. Yanına sokuluyorum. Sıcaklığın ruhumu okşuyor. 'Sen benim aşkımsın' diyorum, sen benim sevgilimsin. Sen sonsuza dek benimsin.
—Hemşire-
Karşısında oturmuş begonyalarla konuşan yaşlı kadına baktı. Kocasını 24 yaşında kaybetmiş bu kadın her gün konuşuyordu çiçeklerle. Bir masal gibi yaşadıklarını, yaşayamadıklarını anlatıyordu. Bazen eksik bazen fazla… Eksilmeyen tek şey beslediği aşktı belki de. Elli yıldır burada diyorlardı onun için. Estel onunla tanışalı beş yıl olmuştu. Kimseye zararı dokunmazdı bu kadının. Uzaklara dalar ağlardı, begonyalara dert yanardı. Hastanenin bahçesinde bir hareketlenme oluyordu. Yaşlı kadın aniden yere yığılmıştı. Estel yanına koştuğunda her şey için çok geçti. Yaşlı kadın yüzünde kalan bir parça gülümsemeyle gözlerini kapatmıştı.