Koşuyor, kaçıyorlardı her zamanki gibi… Avlar her zaman kaçardı… Değersiz hayatlarını kurtarabileceklerini düşünerek… Her zaman kaçarlardı… Bu direnişleri onu daima daha da teşvik etmişti. Böyle daha eğlenceliydi. Korkunun kokusuna bayılıyordu. Elinden gelse onları bu şekilde kovalamayı sürdürür sonunda yakaladığında ise kanlarını yavaş yavaş, uzun sürede içerdi. Bazen bazılarının yaşamasına izin verirdi. Ama onlarda birkaç dakika içinde kansızlıktan ölürlerdi. Ölmeyenlereyse ne olduğu malum… Ölümden beter bir hayata gözlerini açarlardı.
Hızını arttırdı ve yanlarına gitti.
“Daha fazla oynamak isterdim ama çok açım. Bu sizin için iyi bir şey acı çekmeden öleceksiniz… Cehennemde görüşürüz.” Dedi ve ardından dişlerini deliler gibi çığlık atan kadının boynuna sapladı. Çok yaşlı bir kadındı bu… tadı pekte iyi değildi..ama yanındaki çocuklar oldukça lezzetli görünüyordu. Diliyle ağzının çevresine bulaşan kanı yaladı. Bu kadar değerli bir şeyi israf etmemek gerekirdi… Deli gibi çığlık atan ve kaçmaya çalışan bir okul dolusu çocuk… Bu gerçektende harika bir ziyafet olacaktı.
Tek tek her bir öğrencinin ve öğretmenin kanını içmişti. Çoktan doyduğu halde devam etmişti. Oldukça eğlenmişti. Tam oradan ayrılmak üzereyken bir sınıfın kapısının kapandığını duydu. Biri hayatta mı kalmıştı? Beklide bu kadar kan kokusu içerisinde onun kokusunu da karıştırmıştı. Hemen gidip kontrol etmeye karar verdi. İçeri girip etrafa bakındı. Diğer her bir sınıf gibi sıradan bir sınıftı ve diğer sınıflar gibi artık her yeri kan kaplıydı. Havayı kokladı. Hala atan bir kalbin pompaladığı sıcak kanın kokusu artık soğumaya başlamış ve lezzetini yitirmiş bir kanın kokusundan rahatlıkla ayrılıyordu. Öğretmen masasının altına saklanmıştı. Zavallı çocuk koku alma duyusu yok olmuş bir vampir bile onu rahatça bulabilirdi. Her ne kadar masanın her tarafı kapalı olsa da kalp atışlarının sesi artık ölülerin fısıldadığı bu sınıfta müzik gibi yankılanıyordu. Doğruca gidip masayı kaldırdı ve sıraların olduğu yere fırlattı. Sadece bir ilkokul çocuğuydu. Tahminen 3 ya da 4.sınıfa gidiyordu.
“Zavallı ufaklık. Ellerimde öleceksin. Daha çok küçücüksün oysa. Tıpkı diğerleri gibi. Üstelik artık açta değilim.” dedi. Ancak çocuk ona korkuyla bakmıyordu. Korkuyordu elbette… ama bu korkuyu göstermiyordu. Bu konuda da oldukça yetenekliydi.
“Çocuk adın ne?” diye sordu. Çocuk bir süre hırlamaya benzer bir ses çıkararak ona baktı.
“Hey çocuk öyle hırlanmaz.” Dedi gülerek ve ardından hırladı. Bu çocuğun korkusunu belli etmesine sebep olmuştu. Elbette kim bir vampirin dişlerini göstererek o kan kırmızı gözleriyle hırlaması karşısında korkusunu saklayabilirdi ki?
“İşte böyle hırlanır” diye sözünü tamamladı. Çocuk yutkundu.
“Adalbert!” diye bağırdı.
“Oooh! Demek almansın. Çok güzel bir isimmiş. O ismin hakkını vermelisin.” dedi. Çocuk oldukça cesurdu. Gözlerinde bir damla korku yoktu. Yumruk yaptığı elleri hiç titremiyordu. Ama aynı zamanda bir vampiri yumruklarla yenebileceğini sanacak kadarda aptaldı.
“Bu ismin anlamını biliyor musun?” diye sordu.
“Evet! Adalbet, akıllı ve asil demektir.” Diye cevap verdi çocuk
“Ama anlaşılan sen pekte akıllı değilsin…” dedi ve ardından çocuğun yumruk yaptığı ellerini işaret ederek
“Bir vampiri yumruklarla yenebileceğini sandığına göre.” Diye tamamladı.
“Kapa çeneni!” çocuk oldukça hırçındı
“Üzgünüm ama bu sohbet çok uzadı sanırım artık uyku vaktin geldi.” Dedi ve ardından çocuğu tutup dişlerini boynuna geçirdi. Oldukça yazık olmuştu. Bu çocuk kadar cesur fazla insan yoktu…
Bu düşünceler içinde bir süre sonra durdu. Çocuğu öldürememişti. Fakat ona bir cehennem hayatı vermişti. Kendisi gibi bir canavara dönüştürmüştü.
“Benim dünyama hoş geldin, Adalbert.” dedi hüzünlü ve kızgın bir sesle.